Katil miyim Ben ?
KATİL MİYİM BEN?
Bir vakit vardı hani
Dünyaya gelmeden önce yaşadığımız
Sorarlarsa söyle, ben oradayım.
David Byrne
Cik cik cik!
Kuş sesleri vuruyor pencereme.
Sabahın en er vakitleri, tanıdık-tanımadık tüm kuşlarda bir çene, bi çene... Sanki bütün gece bu ânı düşlemişlercesine cik’lemekteler.
Penceremin kadrolu güvercini ise henüz ortada yok, oysa çoktan gelmiş olması gerekirdi bu saatte.
Ne oldu acaba?
Akşam kocasıyla kavga edip, annesine gitmiş, gece yarısına kadar bu boktan birliktelik için ağlamış ve sabah erken kalkamamış olabilir mi? Peki ya buraya çok uzaksa annesinin evi!.. Öyle ya, gerçekten, hiç bilmiyorum ki annesinin evi bizim eve kaç kanat? Kimbilir?.. Belki de çok kanat!
Hayır hayır hayır, dün mutlaka kötü bir gün geçirdi ve yatamadı geceye, kalkamadı sabaha. Biliyorum. Eminim.
Ama... Ama yine de gelirdi hep bu saatte.
Arada; bir simitçinin satış yapmaya çalışan gevrek sesi, tek tük geçen arabaların motor gürültüleri arasından sıyrılıp, açık bulduğu pencerelerden içeri sızıyor. Susam kokan bu sesi duyup kananlar derhal cama çıkıyor, simitçiye sesleniyor. Sesine kımıldayan insan ne kadar çok olursa, simitçi de o kadar çok seviniyor.
Ama ben, sevincine sevinç katamıyorum simitçinin.
Hiç aç değilim.
Belki aynı arada, belki az sonrasında; yüksekten estiği gayet net bir biçimde görünen bir rüzgâr, buraya uğramadan, yüzüme gözüme hiç bulaşmadan, uzun kavak ağaçlarının saçlarındaki yaprakları titretmeye başlıyor. Rüzgârdan hemen önce, karşı camda esneyen esmer kız, şimdi kucağında bir bebekle yeniden beliriyor aynı koordinatta.
Ve bu görüntü... Hiç çocuğum olmadığını anımsatıyor bana.
Tuhaf!
Tuhaf!.. Hatta çok saçma! Kahvaltıya başka bir yere falân mı gitti acaba? Sanmıyorum, yapmaz, huyu değil.
Ya hastalandıysa?.. Telefon açıp,
-Bu sabah gelemeyeceğim, biraz rahatsızım, pek iyi hissetmiyorum kendimi, merak etme beni,
diyemez ya.
Demiyor tabii ve gerçekten merak etmeye başlıyorum kuşumu.
İşte böyle; ölçüsüz, sevimsiz ve fakat gayet yapılı merakımı buradan salıveriyorum sokağa, sokaktan sabaha, gözlerim hep camda.
Çıkıp arasam bulur muyum ki? Hadi canım, nereden bulacağım, nereden tanıyacağım? Türdeşlerinden belirgin bir farkı yok ki kuşumun. Sadece cama gelince tanıyorum onu. Bir kuş sürüsü içinde ya da bir ağaç dalında sevdiğiyle oynaşırken görsem tanır mıyım, ayırt edebilir miyim? Mümkün değil. Onun farkı, sadece kadrosu. Bu pencere önünden bana kadrolu o. Evet evet, kabul, sadece bu değil! Doğru.
En önemlisi: benim alıştığım kuş o.
Ancak maalesef biliyorum ki, fiziksel olmayan bu fark, fizik ötesi bir belirleyicilik de içermiyor kendi içinde.
Öyle ya, nasıl bulacağım ki onu?
Güneş kavak ağacını yarıladı, kuş sesleri azaldı. Anlaşılıyor ki; öğlen, geliyor. Güvercinim hâlâ ortada yok. Birden sinir olmaya başlıyorum heeer şeye. Başka pencerelerin güvercinlerine, kucağına çocuk alan annelere, gevrek sesli simitçilere, beni es geçen rüzgârlara, kavak ağaçlarına ve heeer ama heeer şeye. Ama başta sabah! En başta ona sinir oluyorum. Bütün bunların zemininde o var. Sanki o olmasa bütün bunlar olmayacak. Hani diyorum, tek kurşunla vursam alnının ortasından bu sabahı, ölür gider mi acaba? Ölse... Gitse... Sabahsız kalmaya dayanabilir mi dünya? Ve bu yüzden başım girer mi belaya?
Hayır hayır, sakinleşmeliyim.
Sırf, güvercinim gelmedi diye, elimi bu sonu gelmiş sabaha bulamak, korkarım fazla canice olacak. Hiç gerek yok.
Katil miyim ben?
Yanıtı bulup özgür bırakıyorum, tarafımca böyle yaşanılmasa da olur bu sabahı. Her şeyden uzak, bir köşede duasını okuyarak sallanan imama da iyilik oluyor bu vazgeçişim. Cinayet gerçekleşmeyince, ihtiyaç da kalmıyor sabah cenazesi namazına, lüzûmsuz dualara, cami avlusuna doluşmalara, gözyaşlarına, yakarışlara. Hem dedim ya, zaten sonu gelmekte bu uğursuz sabahın. Öğlen, epeydir yolda, gelmek üzeredir artık huzura.
Sayemde kurtulmuş ve doğal ölümüne terk edilmiş bu sabahın sonunu size bırakıp, başa dönüyorum ben. Camı kapatıp, perdeleri çekiyorum.
Ve dışarıda kalan kuş sesleri, bu sabah bir eksikle kaldıkları yerden devam ediyorlar cama vurmaya. Sanki, eksikliği belli etmemeye çabalayarak ve daha çok bağırarak.
Ciiik ciiiiiiik ciiiiiiiiiiik!