
1002. Gecenin Masalı
1002. GECENİN MASALI
İlkin;
Bir varmış, İki ortalıkta yokmuş... İki, o esnada Kaf Tepe’nin ardındaki bir vadide Üç ile kırıştırıyormuş.
Ve ne yazık ki bu duyulmuş. Duyan Bir, çok üzülmüş. Üzük üzük yollara düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, hep gitmiş. Yolları yürümüş, dereleri yüzmüş, tepeleri delip düz geçmiş. Ve sonunda tepe tepe varmış, en tepe: Kaf Tepe’nin ardına. Vardığında, kendi gözleriyle görmüş tarihin bu çok eski ihanetini. Çekip silahını vurmak istemiş o ân her ikisini de, ama yapamamış.
Onları vuramayan Bir, kendini vurmuş yine yollara, çaresiz. Köy köy, kasaba kasaba gezmiş. Saz çalmış, söz çalmış, lâkin ne kadar yol alırsa alsın bir türlü unutamamış İki’yi.
Bir gün;
O uzun gezmelerinin kısa dinlencelerinin birinde, güzel bir köy köşesinde soluklanıp dertli dertli saz çalarken; saçı ak, sakalı ak, nur yüzlü, pamuk bir ihtiyar yanaşmış yanına. Önce, dinlemiş Bir’i ve saz ara verince de almış sözü eline, pamuk ihtiyar:
-Bre, nedir böyle senin derdin? Neden bu kadar üzgünsün? Nicedir bu kadar hüzünlü türküler duymamıştım buralarda.
Bir, elinden sazı bırakarak uzun uzun bakmış pamuk dedenin o çok çizgili nur yüzüne ve sonunda dayanamayarak, hiçbir şey söylemeden, birden başlamış ağlamaya. Ağlamaya ara verince konuşmuş:
-Hiç sorma dede...,
diye başlamış tüm hikâyeyi anlatmaya. Ak sakalını ovarak dinlemiş ihtiyar, Bir’in hazin öyküsünü. İhtiyar, sakalını ovmaya ara verince, eklemiş Bir:
- ... Ve işte şimdi ne halt edeceğimi bilemiyorum. Söyle bana dede, bu çaresiz başımı alam da nerelere gidem ben?
İhtiyar, gözlerini iyice kısarak kısa bir süre düşünmüş. Ve son verince düşünmeye, konuşmuş:
-Vah vah! Yahu ne mene bir derttir bu anlattığın! Ah be evlat, kolay karşılanır acı değildir be bu. Hay allah!
Kısık gözlerini Bir’den çekip biraz açarak ve kafasını ağır ağır öne eğerek, ancak bu kez yere bakarak devam etmiş konuşmaya:
-İnsanın, en mutlu olduğu yerde artık hükmünün olmadığını görmesi, orada yapmayı en sevdiği şeyleri artık ondan sonra gelenin yapacağını bilmesi zordur, çok zordur. Senin, için yanmıştır evlat, içine batan acı, gözlerinde parlıyor... Bildiğim bir şey varsa; o da bu acı karşısında, ne desem boştur. Ben yardımcı olamam sana. Sen biraz yol al, evlat. Gayrı yolun açık ola.
Bir, çok şaşırmış ak yüzlü ihtiyarın söylediklerine ve son bulunca şaşırması, kalkmış, uzaklaşmış oradan.
Ertesi sabah cansız vücudunu bulmuşlar köyün yanındaki ormanın girişinde. Köye getirip sade bir törenle gömmüşler, Bir’in düne dek dünya görmüş bedenini. Bohçasını bir fakire, sazını da ihtiyara vermişler.
Uzun yıllar kimse inanamamış onun o gün, birdenbire, o şekilde ve o nedenle öldüğüne. Bugün bile onun hâlâ yaşadığına inananlar vardır her yerde. Çünkü Bir, aşktır bu masalda ve ölürse aşk ölür.
Aşk ölmemelidir!
İşte belki en çok da bu yüzden, o günden beri hemen hemen tüm masallar; Bir varmış, Bir yokmuş diye başlar.
Var mı, yok mu? Bir belirsizlik ki, yokluktan iyi!
Şubat, 1989